Pat, pat, paaat! Sanki sonsuzluğa varana dek devam edecekmiş hissi uyandıran patırtıya uyku mahmurluğuyla aralanan gözler... Uyku ile uyanıklık arası pencereye koşturup "Ne oluyor kardeşim?" dercesine pencereden kafamı uzatıp inşaat kalıplarını patırtılar ve gürültüler eşliğinde aracına atan komşuyu görüyorum. Tekrar usulca yatağa ilişirken gürültüye patırtıya değil de benim yatağa yatmamdan uyanan evin hanımı soruyor bu kez "Ne oldu bey?". "Mahalle" diyorum uyanıyor.
Bu mahallede her şey dakik, saati şaşmaz. Sizin de saat kullanmak gibi bir derdiniz olmaz. Mahalledeki sesleri duyduğunuzda saati zaten bilirsiniz. Siz de zaman içinde mahallenin biyolojik saat ve döngüsünü öğreniyor ve buna ayak uyduruyorsunuz. Öyle ayak uyduruyorsunuz dedim diye işlerin o kadar kolay olduğunu sanmayın. Mahalleli, ayak uydurmamız için bize her türlü yardımı sunuyor. Buna arabamızın egzozuna bizim için toplanmış papatyalar, kır çiçekleri bırakmak da dahil. Anlıyoruz ki mahalle bizi seviyor.
Şimdi gelin, hep beraber mahallenin bir günlük biyolojik saatine bakalım:
Saat 07.00 - 08.00
Sabah komşunun patırtısından, yürüyenlerin ayakkabı tıkırtılarından ve derinden gelen konuşma seslerinden saatin yedi olduğunu anlıyorsunuz ve gün başlıyor.
Saat 09.00
Eğer mevsim yaz ise simitçinin güçlü sesiyle ''Balıkesir'in unundaaan, Selimiye Barajı'nın suyundaaan, yeni çıktı fırındaaan, taze simiiidiyee sıcak simiiidiyee" diye sesleniyor. Artık kalkın diyor ve size "güne başla" mesajı gönderiyor.
Saat 10.00
Bu saate çocuk bağrışları ve koşuşmaları eşlik ediyor. Ebrar Ahmeti kovalıyor, Ahmet kaçıyor. Bu sırada Ahmet simitçiden aldığı simidi düşürünce bir yaygaradır kopuyor. Elif'le Sena ipin uçlarından tutmuş ip sallıyorlar. Ayşe, Elif'le Sena'nın çevirdiği ipten atlamaya çalışıyor. Samet arka lastiğine pet şişe takarak bisikletine biniyor. Tırrr, tırrr, tırrr sesleri sokakta yankılanıyor.
Saat 11.00
Sokağın başından üç tekerli el arabası ile hurdacı görünüyor. Basıyor narayı "Hurdacuuu, hurdaları alırım, eskicuuu, eskileri alırım..."
İstemsizce düşünüyorum hurdacı kelimenin sonundaki -cı ve -ci eklerini neden -cu'ya çeviriyor? Sanırım daha güçlü, daha uzun bağırabilmek için öyle yapıyor. Ama ahdim var, kitabım bir çıksın aynı gece inleteceğim mahalleyi "Romancuuuuuuu".
Saat 12.00
Simitçi, hurdacı gelmiş de sütçü olmadan olur mu? Kambersiz düğün olmaz misali sütçü sokağın başında açık kasa pikabının arkasında süt tankı, hoparlörden yankılanan ding dong, ding dong, ding dong müziğinin ardından bir kadın sesi "sütçüüü" diye bağırıyor ve pikap sokağın orta yerinde duruyor. Mahalleli ellerinde tencereler ile sütçünün yanında sokağın merkezinde buluşuyor. Ayaküstü hal hatır sorularak günün ilk havadisleri alınıyor ve dedikodular yapılıyor. Ayşe Hanım'ın kızı, Hatice Hanım'ın oğlu neredeler? Sütler alındıktan sonra sütçü de mahallenin sonuna doğru aynı müziğin eşliğinde yola koyuluyor.
Saat 13.00
Artık hava iyiden iyiye ısınmış tam tepedeki güneş sokağımızı ısıtırken artık çocuklar yavaşça evlerine çekiliyor. Şaban Amca, elindeki bastonuyla öğle namazı için hızlı adımlarla camiye doğru gidiyor. Ona karşı sokaktan çıkan Hüseyin Amca ve kahvenin önünden kalkarak bu ikiliye Hasan Emmi de dahil oluyor. Sohbet eşliğinde camiye ulaşıyorlar. Cami bahçesindeki banklarda oturan cami cemaati kümeler halinde ezan okunana kadar sohbete devam ediyor.
Saat 14.00
Cami cemaati, öğle namazını eda etmiş üçerli beşerli gruplar halinde sohbet ederek evlerine dönüyorlar. Mahalledeki son hareket ve kalabalık da evlerine çekiliyor. Tam tepedeki güneş sokağın hararetini arttırırken sokağa derin bir sessizlik hakim oluyor.
Saat 18.00
İkindi sonrası iş dönüşü mahallenin başında servis araçlarından inenler, kendi araçları ile dönenler derken mahallede hareketlenme başlıyor. Sokak nefes alıp vermeye başlıyor.
Saat 19.00
Artık güneş hararetini kaybetmiş dışarıda hafif bir rüzgar çocuk sesleriyle birlikte sokakta da bir hareket başlıyor. Kadınlar evlerinin bahçesinden ve balkonlarından birbirleriyle sohbete başlıyor. Ben aracımı park edip eve yönelirken mahallenin delisi Hatice bağırıyor "Arabanı oraya bırakma, arabanı oraya bırakma!". Deli Hatice'den kurtulamıyorum. Boş bulunup "Neden?" diye soruyorum. "Oraya Emin Amca aracını bırakıyor" diyor "Eee tamam, sokakta boş yer çok. O da başka yere park eder." diyorum. Ama nafile... Anlamıyor "Arabanı oraya bırakma, sen oraya koyarsan o da çöpün önüne koyuyor" diyor "Tamam sana ne bundan?" diyorum. Deli Hatice "Ben çöpü kullanamıyorum." diyor. Bir an şaşırıyorum. Deli Hatice acaba akıllı da mahalleliyi mi kandırıyor diye düşünerek eve doğru yürüyorum.
Saat 21.00
Artık hava kararmış. Sokak lambaları yanıyor. Çocukların bir kısmı sokak içinde yakar top oynarken az ileriden "Cono, Cono" seslerini duyuyorum. Merakım artıyor. Sesin geldiği yöne bakıyorum. Çocuklar bir köpeğin peşinden "Cono" diye koşuşturuyor. Sokak sonunda bulunan oyun parkında salıncakta sallananlar, tahterevalliye binenler, kaydıraktan kayanlar derken tam bir curcuna. Anneler banklara oturmuş, gözlerinin bir ucuyla çocuklarını takip edip diğer taraftan koyu bir sohbete dalıyorlar.
Saat 00.00
Artık gece. Bir sonraki güne dönmenin arifesinde sokak başında bir ses "Dooondurma var, dooondurma, dooondurma var, dooondurma" evet dondurmacıyı duyduysanız saatinize bakmanıza gerek yok. Şaşmaz dakikliği ile dondurmacı size saatin tam on iki olduğunu haber veriyor. Sokaktaki insanlar bir anda kırmızı motosikletli, kırmızı tenteli ve insanın içini ısıtan sarı ışıklarla süslenmiş, masallardan fırlayıp gelmişcesine duran dondurmacının başına toplanıyor. Dondurmalar yeniyor ve mahalle artık evine çekiliyor.
Gözlerim kapanıyor. Zamandan soyutlanan ruhum, dondurmacının masalsı motosikletinin selesine biniyor ve düşler ülkesine doğru yola çıkıyorum.
Comments