Yazıyı okumaya başlamadan önce okuyucuya kısa bir bilgi:
Bu yazı, Maraş Depremi'nden önce yazıldı. Yazı düzenlemeler için beklerken Maraş Depremi oldu ve yayınlanmadı. Yazıyı şimdi değişiklik yapmadan yayınlıyoruz.
2023 yılının ilk ayını neredeyse bitirmek üzereyiz. Uzun zamandır bloğumuzda yazı paylaşmadım. Aslında yazmakla yazmamak arasında gelip gittiğim bir dönem. Yazmak mı zor yazmamak mı?
Bu bloğu yayın hayatına geçirirken aslında güzel şeyler düşlemiş ve hayal etmiştik. Geldiğimiz noktada ise ülkenin her alanda yaşadığı krizi ve ekonomideki enflasyonist ortamı görüyoruz. Ülkede bir delilik hali hakim, ne umduk ne bulduk misali. Ülkenin alt/orta gelir grubundaki kişiler ve biz emekliler için hayat daha zor. Bu ekonomik kriz, karabasan gibi üzerimize çökmüş durumda. Ülkemizde adalet sisteminin bozulmasıyla başlayan süreç, maalesef ülkenin tüm diğer alanlarında da etkisini göstermiş durumda. Ellili yaşlarımıza girdiğimiz bu dönemde, 90'lı yıllardan da kötüye giden bir süreçle karşılaşıp dejavu oluyoruz.
Artık daha çok düşünüyor, ayrıntılara fazlaca dikkat edip her gün kendi iç dünyamda muhakeme ediyorum. İşte tam bu noktada yazıp yazmamakta, söyleyip söylememekte tereddüt ediyorum. Daha çok okumaya, anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyorum. "Adalette neler oluyor, ekonomi nereye gidiyor, eğitimin durumu ne, eğitimlerinin sonunda çocuklarımızın kazanımları ne olacak?" diye anlamaya çalışıyorum. Yaşanan ve söylenenleri okuduklarım, anladıklarım, yaşadıklarım ve gördüklerimin ışığında akıl süzgecinden damıtıyorum.
Yaşadıklarım, gördüklerim yönetim erkinin anlattığı ve oluşturmaya çalıştığı algı balonuyla uyuşmadığı için akıl ve ruh sağlığımı kaybetme noktasında kendimi deliler ve delirenler ülkesinin eşiğinde buluyorum. Yönetim erki her gün ekranlarda ülkenin refah içinde yaşadığını, Avrupa'nın bizi kıskandığını, Avrupa'da insanların açlıkla boğuştuğunu söylüyor. Bir sonraki ayın çok güzel olacağını, ülkemizin şahlanacağını anlatıyor.
Kendime bu refah ve bolluğu yaşantımda niye hissedemediğimi sorup duruyorum. Ben niye şahlanamıyorum? İletişimin ve iletişim araçlarının bu kadar gelişmiş olduğu bir çağda bu bilgilerin asılsız olduğunu, söylenenlerin kendi ülkemizin gerçekleri olmadığını görüyorum.
Ben doğal gaz faturasından dolayı kombiyi açamazken adam ''Gaz bulduk, açın pencereleri!'' diye haykırıyor. "Olanları çaresizce seyredip bu asılsız söylemleri doğruymuş gibi anlatanlar mı, yoksa ben mi deliyim?" diye sorgulamaya başlıyorum.
Haydi size bir hikaye anlatayım. Sorunlarımıza belki hikayeler çözüm olur.
Eski çağlarda, adı meçhul bir ülkede kuraklık baş göstermiş. İnsanlar susuzluktan kavrulup kırılmış. Nihayet bir zaman sonra yağmurlar yağmaya başlamış.
Susuzluğun kasıp kavurduğu kırsal kesimlerde yaşayan ahali, yağmur sularından içmeye başlamış. Ne var ki, bu yağan yağmur suyundan içenlerin akıl sağlığı bozulmaya ve sürecin sonunda delirmeye başlamışlar.
Bu durumu gören yönetici ve şehirli kesim, yağmur sularını içmekten uzak durmuşlar. Hepsi kuyularında, sarnıçlarında ne varsa onunla idare etmeye çalışmışlar. Ama onlarla da bir zamana kadar... Eldeki sular bittikçe şehrin yoksul kesiminden başlayarak insanlar yağmur sularından içmek zorunda kalıyorlarmış. Tabii ki de yağmur suyundan içenlerin akıl sağlığı bozuluyor ve delirenlerin sayısı artıyormuş.
Ülke yönetimi -ya da hikayedeki gibi söylersek ülkenin padişahı- bu yağmur suyunu içmiyormuş. Saraydaki dolu sarnıçlar, padişahı ve yönetimi idare ediyormuş. Ama bunlar da bir yere kadar... Sarnıçtaki su azalmaya başlayınca padişahın vezirleri ve diğer yönetici kısmı da bu yağmur suyundan içmek zorunda kalmışlar. Hikaye bu ya, padişah ülkede yağmur suyunu içmeyen tek kişi olarak kalmış.
Bir süre sonra padişah bakmış ki halk, vezir ve padişaha yakın yöneticiler ''Bizim padişah delirdi, akıl sağlığı yerinde değil. Onu tahtından indirmeliyiz.'' demeye başlamış. Padişah ya akıllı kalıp tahtından, tacından olacak ya da yağmur suyundan içip ancak delilere karıştığında saltanatını sürdürebilecekmiş.
Şimdi, "Padişah ne yapmış, yağmur suyunu içmiş mi, içmemiş mi?" dediğinizi duyar gibiyim. Bilemiyorum, sevgili okuyucu. Artık hikayenin sonunu da siz tamamlayın. Yazar, deliren ve delirtilenlerden...
Kıssadan hisse; algıların olguların önüne geçtiği ülkemizde tıpkı hikayedeki yağmur suyunu içenler gibi yönetim erki gerçeklik algısını yitirmiş durumda. Maalesef, bir delinin bile karşı koyamayacağı hakikatler inkar ediliyor. Emekli, işçi, memur enflasyona ezdirilmeyecek denirken ülkenin istatistik kurumu enflasyonu -inanırsan- %70 açıklıyor. Yönetim, maaşlara bu açıklanan enflasyon rakamının da altında -yani %30- zam yapıp iyi bir iyileştirme olduğuna ahaliyi inandırmaya çalışıyor. Gerçekleri inkar etmekte zorlananlar, ''Tamam, dediğin doğru ama burası Türkiye.'' cümlesini yüzleri kızarmadan TV ekranlarında kuruyor.
Çalışana, emekliye ücretini eli titreyerek veren yönetim erki; moturlu taşıtlar vergisine, pasaportlara, harçlara, araç muayenesine ve daha bir çok alanda alacağına % 100'ün üzerinde zam yapıyor. Zamlar, güncelleme adını alıyor. Hayat ülkenin vatandaşına güncelleniyor. Emeklinin 12 ayda aldığı maaşı, ülkenin yöneticileri ve vekiller bir ayda alıyor. Yönetim erki, geçinmede zorlanan halka absürt tavsiyeler öneriyor.
Ve işte bu noktada algılar ve yalanlar fırtınasına yakalanan ben; yazıp yazmamak, söyleyip söylememek arasında kalarak akıl ve ruh sağlığımı korumaya çalışıyorum. Yarınlara olan umudumu kaybediyorum. Algılarla gerçeklik arasında kaybolmuş halde dibe çekilirken nefes alamama hissini yaşıyorum.
Çocuklarımıza, ailemize umut verebilmek adına yutkunuyorum. Ben de bir aile babası olarak yarınların güzel olacağı yalanını çocuklarıma sayıklayıp duruyorum. Ama küçük oğlumuzu inandıramıyorum. "Sen bile geçinmekte zorlanıyorsun, görmüyor musun?" dediğinde cevap veremiyorum. "Söylemek istediklerini söyleyemiyorsun" diyor. Derin derin nefes alıyor, sıkışan kalbimi gevşetmeye çalışıyorum.
Kızım söyleniyor, "O kadar kafa patlatıp gecelere kadar çalışıyorum. Alacağım ücret asgari ücretin biraz üstü" diyor. "Okumasa mıydım acaba" deyince canım acıyor. Karnımda bir yumru gibi hissediyorum acıyı. Ve kalbimde bıçak gibi hissediyorum yangısını. Nefes almaya çalışıyorum, şöyle derince bir nefes. Olmuyor. Bir yumru gelip boğazıma oturuyor. "Geçecek" diyorum. "Herkesi eşitlediler" diyorum. Yoksullukta, asgari ücrette, adaletsizlikte... "Ama düzelecek" diyorum. Bağırmak, haykırmak geliyor içimden. Göz yaşlarımı içime akıtıyorum.
Kopkoyu bir karanlık içime çöküyor. Beni çaresiz hissettiren o koyu karanlık... Beni içine çeken bu karanlıkla nasıl baş edeceğimi bilmiyorum. Karanlıklar içinde bir ışık arıyorum. Eşikteyim, gözlerim ışığı arıyor. O koyu karanlıktan bir el, deli gömleği uzatıyor. Deli gömleğini giyecek miyiz? Algılardan kurtulup tüm çıplaklığıyla ortada duran gerçeği görecek miyiz? Olanlara dur diyecek miyiz?
Yağmur suyunu içen kim? İçmeyen kim? Delilere ya da velilere karışan kim?
Deliler, delirenler ya da delirtilenler ülkesi vesselam...
Comments