Herkese merhabaa! Yeni bir "Ne Okuyoruz?" yazısıyla karşınızdayız.
George Orwell'ın ''Hayvan Çiftliği'' adlı eseri bir çocuk masalı mı? Yoksa içerisinde verilmek istenen mesajlar mı var ve bize ne anlatıyor?
Geçmişte olduğu gibi bugün de bazı ülkelerde yasaklı kitaplar listesinde bulunan (bakınız cnn ve kidega) ve bazı politikacıların zaman zaman atıfta bulunduğu bu kitap güncelliğini hala korumaktadır.
Distopik romanlarıyla ünlenen İngiliz Yazar George Orwell tarafından 1945 yılında yayımlanan Hayvan Çiftliği adlı roman, masalsı atmosferinin altında derin bir sistem eleştirisi barındırıyor. Fabl türünde kaleme alınan eser, yazarın 1984 adlı romanıyla birlikte geniş kitlelere ulaşan kült yapıtları arasında yer alıyor.
Alt başlığı bir peri masalı olan Hayvan Çiftliği, bir masal anlatımıyla yazılmıştır ancak küçükleri eğlendirecek bir peri masalı değil, hayvanlar üzerinden anlatılan çarpıcı bir politik taşlamadır.
Orwell bu iki yapıtında her türlü totalitarizmi yerden yere vurmakla kalmadığı gibi insanlara uygulanan baskıları, özgürlükleri yok etme yöntemlerini bazen alaycı bazen simgesel bir dille bazen de olanca karanlığıyla gözler önüne seriyor.
Kitabın olay örgüsü Bay Jones adlı bir adamın sahip olduğu Beylik Çiftliği’nde geçiyor. Bu çiftlikte yaşayan hayvanlar, kendilerini ezip sömüren insanlara başkaldırıp yönetime gelerek daha eşitlikçi bir düzen oluşturuyor ama kurnaz ve iktidar düşkünü domuzlar çok geçmeden yönetimi ele geçirerek bu değişimi yolundan ve amacından saptırıyor. Ne yazık ki insanların yönetiminden daha baskıcı, daha acımasız bir diktatörlük kuruyor.
Hayvan Çiftliği'ni okuduğunuzda, en başta “Bütün hayvanlar eşittir.” diyen yöneticilerin yıldırma, sindirme ve korkunun kol gezdiği bir düzen yarattıktan sonra bu özdeyişi “Bütün hayvanlar eşittir, ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir.” diye geliştirmelerinin(!) hakların ve özgürlüklerin ortadan kaldırıldığı bir toplumdaki ayrıcalıklı zümreyi işaret ettiğini hemen anlıyorsunuz.
Kitapta geçen yedi kutsal kuralın zamanla değiştirilmesi, makam ve mevkiyi ele geçirenlerin güç zehirlemesiyle kutsallara bile dokunabileceğini gösteriyor. Aynı zamanda öngörüsüyle yüz yıllar öncesinden sanki bugünü ve bugünün sistemlerine de eleştiri getiriyor. Orwell yine öngörüsünü konuşturup diktatör yönetimi, kokuşmuş düzeni, eşitsizliği, adaletsizliği, ayrımcılığı, sömürüyü net bir şekilde gözler önüne seriyor.
George Orwell herhangi bir sistemin, yönetimin, yöneticinin kanundan, hukuktan ve adaletten ayrılınca nasıl bir felakete, karanlığa sürükleneceğini ve bunların sonuçlarını resmediyor. Tıpkı günümüzdeki gibi kitapta da körü körüne mutlak bir inançla, sorgusuz sualsiz itaat eden koyunlar okuyucuyu çıldırtıyor. Domuzların adaletsizliği, emek hırsızlığı, otoriterliği ve köpeklerin saldırganlıkları okuyucuyu kat be kat çileden çıkartıyor. Kitap önceki yüzyıllardaki otoriter rejimleri tasvir ettiği gibi sanki günümüze ve günümüzden sonraki dönemlere de hitap ediyor.
Hayvan Çiftliği'nin anahtarı kitabın son sahnesinde beliriyor. Bir baskı biçiminin yerini başka bir baskı biçimi alıyor.
Hayvanların eski efendileri, komşu çiftliklerdeki insanlar ve yeni efendileri domuzlar Çiftlik Evi’nde bir şölen sofrasının başında toplanmışlar, şerefe kadeh kaldırmaktadırlar. Yüzlerini cama dayayarak içeride olup biteni dehşet içinde izleyen hayvanlar, içeridekilerin yüzlerinde bir tuhaflık sezerler. İnsanlarla domuzları birbirlerinden ayırt edememektedirler. İnsanlar domuzlara, domuzlar insanlara dönüşmüştür.
Bu romanda hayvanlar, aşırı bir nefretle ve domuzların söylemleriyle düşman belledikleri insanlara odaklanırken, etraflarında olup bitenleri görememekte ve bunun neticesinde hüsrana uğramaktadır. Gerçeği fark ettiklerinde ise iş işten geçmiştir.